Hz. Muhammed kırk yaşına yaklaştığında kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller ortaya çıkmaya başlamıştı. Hayatında benzerini yaşadığı rüyalar görüyor. Nereden geldiğini anlamadığı sesler duyuyor. Işıklar fark ediyordu (Müsned, I, 279). Yine bu yaşlarda iken yalnız kalma ve tefekküre daima arzusuyla Hira mağarasına gitmeye ve orada azığı bitinceye kadar kalmaya başladı. Burada kendisinde ortaya çıkan yeni halleri anlamaya çalışıyor ve Allah'a ibadet ediyordu. Dört beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen (İbn Hişam, I, 263-267; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 77-84) bu hazırlık döneminin ardından vahiy meleği Cebrail ilk defa yanına gelerek ona "oku" dedi. "Ben okuma bilmem" cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine "oku" dedi. Hz. Muhammed yine, "Ben okuma bilmem" deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrail kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra."Yaratan rabbinin adıyla oku. O. insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O kalemle öğretendir. O insana bilmediğini öğretti" mealindeki ayetleri (el-Alak 96/1-5) okudu ve uzaklaşıp gitti. Dehşete kapılan Hz. Muhammed evine dönerek eşi Hatice'ye, "Beni örtün üz" dedi, bir süre dinlendi. Kalkınca başından geçenleri ona anlattı. Hatice. Allah'ın kendisini yalancı çıkarmayacağını söyleyerek onu teskin etti.
Ardından birlikte Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka Resül-i Ekrem'e, kendisine gelenin daha önce Hz. Musa'ya da gelen "namus" (Cebrail) olduğunu tebliğe başladığında hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi. Böylece Hz. Muhammed kendisinin peygamberlikte görevlendirildiğini anladı. Hatice de ona iman ederek ilk Müslüman olma şerefini kazandı. Konu hakkındaki rivayetlerden ve Kuran’ın ilgili ayetlerinden (el-Bakara 2/185; el-Kadr 97/1) çıkarılan sonuca göre Kur' an. Hz. Peygamber' e kırk yaşında iken 61 o yılı Ramazan ayının 27. gecesinde inmeye başlamıştır (Hamidullah, İslam Peygamberi, 80). İlk vahiylerin sadık rüyalar şeklinde olduğuna dair Hz. Aişe'den gelen rivayetteki "rüyayı sadıka" ifadesi (Müsned, VI, 232; Bu ha ri, "Bed"ü'i val).y", 3; Müslim, "İman", 252). Hz. Muhammed'i peygamberliğe hazırlayıcı gelişmeler olarak düşünülürse bu rivayet ilk inen ayetlerin "oku" emriyle başladığı şeklindeki bilgiyle çelişmemektedir.
Vahyin Hz. Muhammed Hira mağarasında uykuda iken geldiğine dair nakiller ise Müslim'in rivayetleri karşısında yeterince güvenilir görünmemektedir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de yer alan ayetlerden herhangi birinin uykuda rüya yoluyla nazil olduğunu gösteren açık bir delil bulunmamaktadır (Muhammed b. Muhammed Ebu Şeybe, s. 58)
Hira dağında geçirilen inziva hayatından Hz. Muhammed'in bir peygamberlik beklentisi içerisinde olduğu sonucu da çıkarılmamalıdır. Nitekim Kuran’da onun peygamberlik beklentisi içinde olmadığı ifade edilmekt2dir (elKasas 28/86). Hadis kaynaklarında Kuran’ın inişi hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Süyuti konuyla ilgili rivayetleri üç ana grupta ele almıştır. Birinci gruba göre Kur' an, Kadir gecesinde toplu olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına (veya "beytü'l-izzet"e) inmiş, daha sonra yirmi veya yirmi üç yıl içinde parça parça Hz. Peygamber'e vahy edilmiştir.
Süyüti senedlerini sahih gördüğü bu rivayetlerin muhtevasını daha uygun ve tutarlı bulur. İkinci grup rivayetlere göre Kur' an her yılın Kadir gecesinde o yıl nazil olacak miktarda dünya sem asma indirilmiş ardından gerektiği zaman gerektiği kadarı Resul-i Ekrem'e vah yedilmiştir. Üçüncü grup rivayetlere göre ise Kur'an ilk defa Kadir gecesinde inmeye başlamış. Daha sonra yirmi küsür yıl boyunca nüzulü devam etmiştir. Ancak Süyüti'nin konuyla ilgili olarak naklettiği rivayetlerin neredeyse tamamının başta İbn Abbas olmak üzere sahabe sözü olması bunların büyük oranda şahsi kanaatler olduğunu göstermekte ve Kuran’ın bir kerede veya birden fazla defada dünya semasına inişiyle ilgili görüşe şüphe ile bakılmasını mümkün kılmaktadır.
Ayrıca mushaftaki bir ayet veya süreye de Kur'an dendiği dikkate alındığında. Kur'an ın ramazan ayında (e I-Bakara 2/185) ve Kadir gecesinde ( ei-Kadr 97/1) nazil olduğunu bildiren ifadelerden onun tamamının bu ayda ve gecede indiği sonucunu çıkarmak gerekmemektedir. Al ak süresinin ilk beş ayetinin nüzulünden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir (Buhari, "Bed'ü'i-val).y", 3). Bu dönemin süresi hakkında on beş gün ile üç yıl arasında değişen farklı müddetler nakledilmektedir. Ancak üç yıl gibi uzun bir süre olması vakıayla örtüşmemekte, bu anlayışın üç yıl süren gizli tebliğ dönemiyle karıştırılmış olmasından kaynaklandığı akla gelmektedir. Fetret döneminden sonra gelen ilk vahiy Müddessir süresinin ilk ayetleri olmuştur. Uzun bir zamandan sonra ikinci bir kesinti Duha süresinin nüzulünden önce yaşanmış tır. Âlimler Kur'an'ın peyderpey indirilmesindeki hikmetler üzerinde durmuşlar ve bunun Hz. Peygamber'in şahsı ve ümmeti için sağladığı yararlardan söz etmişlerdir.
Toplumun vahye olan ilgisinin canlı tutulması, Resul-i Ekrem'e olan bağlılığın ve fatma kadar sürdürülmesi, eğitim ve uygulama kolaylığı sağlamak için hükümlerde tedriciliğin gözetilmesi, toplum hayatındaki önceliklerin belirlenmesi, vahye karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin kazanılması bunlardan bazılarıdır. Alak süresinin ilk beş ayetinin ilk inen ayetler olduğunda ittifak bulunmakla birlikte ilk inen sürenin hangisi olduğu ihtilaflıdır. Fatiha'nın Kur'an'ın ilk nazil olan suresi olma ihtimali yüksektir (Elmalılı, ı, 7; VIII, 5943-5944). Müddessir, Atak, Kalem ve Müzzemmil sürelerinin de ilk inen sürelerden olduğu açıktır. Medine döneminde nazil olan ilk sure ise Bakara'dır. Son inen ayetin hangisi olduğu da ihtilaflıdır. Bakara süresinin 281. ayetinin son inen ayet olduğunu söyleyenler. Resul-i Ekrem'in bu ayetin nüzülün den dokuz veya seksen bir gece sonra vefat ettiğini nakletmişlerdir. Son nazil olan ayetlerin Tevbe süresinde yer aldığı (ayet ı28, ı29) ağırlıklı olarak kabul edilmektedir (Müsned, V, 134). Maide süresinin Veda haccı esnasında Arafat'ta nazil olan, "Bugün size dininizi tamamladım" mealindeki ayetinin (5/3) son inen ayet olduğu iddiası bu ayetten sonra borçlanma (el-Bakara 2/282), faiz (ei-Bakara 2/278), usul ve fürüu bulunmayan kişinin mirası (en-N isa 4/176) konularıyla ilgili ayetterin inmiş olması sebebiyle kabul görmemiştir. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre Nasr süresi son inen suredir (Müslim, "Tefslr", 21 ). En son Tevbe süresinin nazil olduğu da rivayet edilmiştir
Sürelerin Mekki ve Medeni olmasıyla ilgili görüşler arasında en fazla kabul göreni, indiği yere bakılmaksızın hicretten önce nazil olan ayet ve sürelerin Mekki, hicretten sonra nazil olanların Medeni sayılması gerektiği şeklindedir. Çünkü bu iki kavram kendine has şartları olan iki ayrı dönemi ifade etmektedir. Zerkeşi'ye göre sürelerin seksen beşi Mekki, yirmi dokuzu Medeni Süyüti'ye göre ise seksen ikisi Mekki, yirmisi Medeni ve on ikisi ihtilaflıdır Ancak günümüzde yaygın olan görüşe göre sürelerin seksen altısı Mekki. yirmi sekizi Medeni dir. Bazı Mekki süreler içinde Medeni ayetler, Medeni süreler içinde Mekki ayetler bulunmaktadır. Kur'an'ın Mekki olan ayetlerinde daha çok inanç konularından, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlaki ve insani değerlerden bahsedilmiş olup bu ayetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir. Buna rağmen Rahman süresi gibi bazı Medeni sürelerin Mekki sürelerdeki üslübu taşıdığı da görülmektedir. Kur'an kendisinden bahsederken birçok yerde "el-kur'an" ve "el-kitab" kelimelerini kullanmıştır. Bu isimler onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğuna işaret etmektedir. Hz. Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ ediyor. ardından bunu vahiy katiplerine yazdırıyordu. Yazılı kültüre uzak olan Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nazil olan ayet ve süreleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmiyorlardı . Arap yazısının iptidai oluşu ve okuma yazma bilenlerin azlığı gibi sebeplerle yazma işi az sayıda müslümanla sınırlı kalıyordu.
Mekke döneminin sonlarından itibaren okuma yazma öğrenenlerin sayısında artış görülmüş, özellikle Medine döneminde hem yazı malzemesi hem de yazı bilenlerin sayısı çoğalmıştır. Ticaretle uğraşan. bilhassa ülkeler arası ticaret yapan Mekkelilerde okur yazar sayısı Medinelilere göre daha yüksekti. Nitekim kırk kadar vahiy katibinin çoğu Mekkeli'dir. Resül-i Ekrem Medine'de okuma yazma bilen sahabeleri yazı öğretmeleri için görevlendirmiştir. Abdullah b. Said b. As. Ubade b. Sarnit ( Müsned, V, 2 ı 5) ve Hafsa b int Ömer bu maksatta görevlendirilenler arasında yer alır. Nazil olan ayetterin Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren yazıldığına dair bizzat Kur'an'da hadis kaynaklarında ve tarih kitaplarında bilgiler bulunmaktadır. Müslümanların sayıca az olduğu ilk birkaç yılda vahyin yazdırılmamış olabileceği düşünülse bile bu bir mahzur teşkil etmemiştir. Çünkü bu dönemde inen süreler, gerek çok kısa olmaları gerekse üslüp özellikleri dolayısıyla Resül-i Ekrem ve sahabiler tarafından kolayca ezberlenmekte ve okunmaktaydı. Vahyin erken dönemlerden itibaren yazıldığına dair en önemli delillerden biri Hz. Ömer'in müslüman olması hadisesidir. Ömer kız kardeşi ve eniştesi yazılı bir metin üzerinden Taha süresini okumakta iken onların yanına girmiş okudukları metni istemiş ve gusül abdesti aldıktan sonra bunu okumuş tur. Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen vahiy katipleri n azil olan ayetleri mevcut malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu malzemeler çok çeşitli olup en meşhurları develerin kürek ve kaburga kemikleri tabaklanmış deri parçaları yaprak taşlar, hurma dallarının uygun yerle, seramik parçaları, tahta, parşömen ve papirüse Yazılan metinterin Resül-i Ekrem'in veya vahiy katiplerinin yanında muhafaza edildiği konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte Resulullah'ın yazıya geçirilen vahyin başka kişilerce de yazılıp öğrenilmesi için vahiy katiplerinin yanında kalmasına izin verdiği anlaşılmaktadır. Kur'an ayetlerinin Hz. Peygamber'in sağlığında bir araya getirilerek kitap şeklini aldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. O dönemde Kur'an'ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resülullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak ramazan aylarında Resul-i Ekrem ile Cebrail'in o güne kadar inen ayetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygulamasından Kur’an’ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır. Bazı rivayetlerde Zeyd b. Sabit ile Übey b. Ka'b gibi sahabelerin bu okumaları yakından takip ettikleri belirtilmektedir. Özellikle Resul-i Ekrem'in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş. Böylece Mushaf ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber'in sağlığında Kur'an'ın tamamını ezberleyenlerin sayısı konusunda farklı rivayetler vardır. Enes b. Malik'ten gelen bir rivayette bunların dört veya beş kişi olduğu ifade edilmişse de diğer rivayetlerden bu sayının onu aştığı anlaşılmaktadı. Son okumada tertibi belirlenen ve pek çok sahabi tarafından bu son şekliyle yazılıp ezberlenen Kur'an okunmaya devam ederken Yermune savaşı ile diğer bazı savaşlarda hafız sahabelerden bir kısmının şehid olması Hz. ömer'i telaşlandırarak harekete geçirmiştir. Halife Ebu Bekir'e açan Ömer bu hususta onu ikna etmiş. Hz. Ebübekir de bu u görevi Zeyd b. Sabit' e vermiştir. Yapılan duyuruyla, yanlarında yazılı Kur'an nüshaları ve parçaları olanların bu metinlerin Kur'an ayetleri olduğuna dair iki şahitle birlikte görevli heyete başvurmaları istenmiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır.